İstanbul’da çağdaş müziğin en uzun günü, en uzun gecesi Sesin Yolculuğu (SY), on dördüncü seferinde. SY kitapçıklarına yazılmış önsözlere bakınca acemi bir kuşun yuvadan kendini boşluğa bırakma, kanatlarını açıp dengeye gelme, yükselmek için kanat çırpma denemelerini görür gibi oldum. Şimdi yükseldiği gurur verici irtifayı pek azımız hayal edebilirdik sanırım. Tabii, bazı zorluklar yaşanmadı değil bu süreçte. Bir kısmı mekân, icracı, bütçe eksikliğiyle ilgili, beklenen şeyler. Katılımcı kurum sayısının başta istenen hızla artmaması ya da kurumların adeta birbirlerine “değmeden” konserlerini yapıp ayrılmaları da bu minvalde sayılabilir. Bu sonuncusu, buluşmanın ruhunu en çok zedeleyen şey. Festival her şeyden önce temas demek… Bütün bunlar bir yana, SY’nin bence en ciddi krizi, Özkan Manav’ın tamam demesiydi. Önce alıştırdı bizi üretimden gelen güce, sonra da bırakma kararı aldı. (Başından beri festivali yürütmek için ortaya koyduğu olağanüstü arzu ve emeği gölgelemeyeceğini bildiğimden kendisine bu kadar kolay sitem edebiliyorum.) Nöbeti ondan devralan genç kuşağa –özellikle Mehmet Ali Uzunselvi’nin adını anmak gerek– teşekkür borçluyuz.
Tamam, SY ne forum ne rostrum, ne sempozyum, ne kongre. Ama “salt yapıt icralarına odaklanan bir festival olmaktan daha fazlasını hak etmiyor mu? Artık yeni hedefler koymanın, besleyici yan alanlar açmanın vakti gelmedi mi?” diye sormak üzereyken, festivalin eksik ayakları bir bir tamamlanıyor işte: İlk kez bir konuk besteci festivale katkıda bulunuyor. Stefano Gervasoni bir çevrimiçi atölyede sekiz genç besteciyle onların festivalde seslendirilecek yapıtları üzerine bir ön çalışma yapıyor. Ayrıca festivalden önceki hafta İstanbul’a gelerek bir yuvarlak masa toplantısına katılıyor, kendi müziği üzerine bir de sunum gerçekleştiriyor.
Böylece, günübirlik bir festival olmaktan çıkıyoruz sanki. Hâlâ üç konseri tek güne sığdırmaya çalışmanın pratik nedenleri olabilir, festivalin söz bütünlüğünü ve fırsat eşitliğini korumak bakımından. Gene de, katılımcıların birbirine seslenecek, birbirini dinleyecek bir kürsüsünün olmaması ciddi eksiklikti, giderilme yolunda ilk adım atılmış oldu.
Profesyonel toplulukların besteci verimini arttırdığı ortada. Geçtiğimiz yıllardaki Diskant, Hezarfen ve Anadolu Nefesli Beşlisi konserleri bunun kanıtı. Bu yılsa İsviçre’den UMS’n JIP, Avusturya’dan Schallfeld Ensemble konuk topluluklar. Bu iki topluluk son konserin sesini de bir yere kadar belirleyecek. Konser akşamı blokflütler ve insan sesinden flüt-akordeon-kontrbas bileşimine, geniş spektrumda renkler karşılayacak dinleyiciyi.
Önümüzdeki festivallerde konuk topluluklar daha etkin yer alabilir; dinleyiciye açık prova düzenleyebilir, hatta yeni icra olanakları üzerine genç yorumcularla birebir çalışabilirler. İlerde konuk besteci ve toplulukları daha çok sayıda gençle farklı formatlarda biraraya getirebilmek için kafa yormalı.
Doludizgin yirminci yılına yaklaşan SY’nin iki değerli anlamı var: Bir yanda, besteciye, yorumcuya, bölümlere/kurumlara getirdiği zincirleme sorumluluklarla, festival pratiği; öbür yanda, dünyaya açılan penceresinden gördüklerini sese geçiren bir kuşağın biçimlediği yeni müzik diliyle, canlı üretim zemini. Bunların arka planında ise paha biçilmez deneyimler, perspektif, boyut, ufuk, buluş, cesaret, cür’et. Okul, gençlerdir. Ayna tutar, özetlerler. Aforizma söyler, önemsiz sandıklarınızdan neler neler çıkartırlar. Parça biter, şaşar kalırsınız.
Mehmet Nemutlu